3 Haziran 2007 Pazar

Anadolu'dan gelenlerin İstanbul'a çoğunlukla ilk adımlarını attıkları Haydarpaşa Garı, özelleştirme alıştırmalarına çoktan başlamış. Ama garın içindeki yoğunluk ve heyecan onun bu şekilde kalması gerektiğinin bir kanıtı gibi.
Taşı toprağı altın diye İstanbul'a koşan yüz binlerin, trenden iner inmez ilk gördüğü yerdir Haydarpaşa. Sultanahmet'in koca minarelerini, boylu boyunca Kadıköy'ü açık deniz dalgalarından koruyan mendireği, kendisini şehrin karmaşasına götürecek vapuru, ilk deniz fenerini, hatta ilk defa denizi gördüğü yerdir. İstanbul'a gelip de yepyeni beyaz sayfalar açabilenler için, geçmişlerinin son durağı; açamayanlar içinse hayal kırıklıklarının ilk durağıdır Haydarpaşa. Kadıköy'ün simgelerinden biri ve Anadolu Yakası'nın göz önündeki nadir tarihi eserlerindendir. Ünlü mimar Vedat Tek'in 1915-1917 yılları arasında yaptığı çinili binasıyla Haydarpaşa İskelesi, tarihi gara eşlik eder. Son yıllarda karayolu taşımacılığının sıklaşması ve uçak firmalarının artık Taksim-Bakırköy taksi ücretine yolcu taşıyor olması, Haydarpaşa'nın eski önemini azaltmış.
Değişimin eşiğinde... Belki bundandır belki de şehrimizin gerçekten de beş yıldızlı otel ve alışveriş merkezi ihtiyacı olduğundan son zamanlarda Haydarpaşa Garı yeni bir dönüşüm projesiyle anılır oldu. Gündemdeki proje kapsamında liman ve gar bu bölgeden çıkarılarak yerine iş ve eğlence merkezleri, gökdelen, yat ve kruvazör limanlarının olduğu bir bölge haline getirilmesi planlanıyor. Buharlı makinenin icadından beri oradaymış gibi durmasına rağmen Avrupa garlarının arasında çok genç sayılabilecek olan Haydarpaşa Garı'nın tarihi sadece 100 yıl öncesine dayanıyor. Dönemin Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit tarafından 1906 yılında yaptırılmaya başlanan ve iki yıl gibi kısa bir zamanda hizmete açılan Haydarpaşa, adını da III. Selim'in paşalarından olan ve tahmin edeceğiniz gibi Haydar Paşa'dan alır.
Abdülhamit'e pek de şans getirmeyen Haydarpaşa Garı hizmete girdiği yıl, padişah tahttan indirilmiştir. Temeline Alman ve İtalyan ustaların Lefke'den gelen ilk taşı koymasından itibaren geçen tam 10 yıl boyunca, İstanbul'un başına gelenlerden bu anıtsal gar binası da payını alır. Birinci Dünya Savaşı yıllarında gar deposunda bulunan cephaneliğe yapılan sabotaj sonucu binanın büyük bir bölümü zarar görür ve onarım sonucunda da bugünkü haline gelir.
İstanbul'un işgaliyle daha kurbanı yeni kesilen gar binası, işgal kuvvetlerinin eline geçmiş ve 1925 yılında işgal kuvvetlerinin elinden alınmıştır. Gar binası bundan sonrası için sadece İstanbul'a gelenlere ev sahipliği yapmamış; yıllar yılı cepheye gidenlere, Aşkale'ye sürgüne gidenlere ve bu şehirde aradığını bulamayanlara, gidip de dönmeyenlere, dönüp de bulamayacak olanlara, arkalarında bu koca şehri bırakmadan önce koca duvarlarıyla son bir kez şahit olmuştur.
1100 adet ahşap kazığın üzerine inşa edilen garın atlattığı tehlikelerden neredeyse en büyüğü ise 1997 yılında pencerelerinin PVC yapılmaya çalışılmasıdır. Neyse ki o güne kadar tarihi eser statüsüne alınmamış olan Haydarpaşa, son anda fark edilmiş ve bu sayede kültür varlıklarımız arasına girmiştir. Bir olay daha vardır ki 1979 yılında İstanbul'da olanların yüreğini hoplatan Independente adlı tankerin patlamasıdır. Dönemin büyük vitray ustalarından Linneman'ın yaptığı kurşun vitrayların neredeyse tamamı bu patlamada hasar görmüş, güneşli günlerin öğleden sonralarında gara o muhteşem ışığı sağlayan vitraylar daha sonra yeniden onarılmıştır.
Bugün sinema, dizi ve reklam filmi çekenlerin platosu da olan gar binası, son dönemde Yılan Hikâyesi, Aynalı Tahir gibi dizilerin de seti olmuştur. Haydarpaşa Garı'nın kameralarla tanışması ise bugünün televizyon dizilerinden çok daha önce Metin Akpınar, Zeki Alasya ve Kemal Sunal'ın başrolü paylaştığı 1974 yapımı Köyden İndim Şehre filmi ile bir sinema ikonu olmuştur. 1970'lerin sinemasında önemli bir yer tutan göç filmlerinde de plato olarak kullanılmıştır. Uzun yıllar ülkemizin doğusu ile tek köprü olan Haydarpaşa TCDD'nin yurtdışı seferlere zamanla ağırlık vermesiyle Tahran'dan Şam'a kadar olan hatta, gelen ve giden misafirlerine ev sahipliği yapıyor. Doğu ile batı arasında köprü olma görevini de sürdürüyor.
"Gar gitti gidiyor" diyene...Bir yıl içerisinde akıbeti belli olması beklenen gara gideyim, bir-iki piksel fotoğraf çekeyim de ileride çocuklarıma Fatih Sultan Mehmet edasıyla "Bak babanın ilk bu şehre adım attığı yer burası,'' demek istiyorsanız o kadar aceleci olmayın. Özelleştirme alıştırmaları yapan Haydarpaşa'da elinizde fotoğraf makinesi baba ocağında hatıra fotoğrafı çeker gibi gezmek çok da mümkün değil. Öncelikle ticaret müdürlüğüne bir ödeme yapmanız ya da kim olduğunu asla öğrenemediğiniz birine kamu yararına bu fotoğraf çekimini yaptığınızı, asla dizi çekimi yapmadığınızı ve Aynalı Tahir'i de tanımadığınızı ispatlamak zorundasınız. Buraya kadar prosedürü tamamladıysanız hemen fotoğraf makinesine sarılmayın çünkü sırada sürekli izin belgenizi ve ticaret müdürlüğüne uğrayıp uğramadığınızı soran özel güvenlik görevlileri var. Bir süre sonra güvenlik görevlileri de size alışıp aralarında sizin eşgalinizle ilgili telsiz görüşmelerini bitirdikten sonra rahat rahat fotoğraf çekimlerinizi yapabilirsiniz. Hele hele biz ayrılırken bayram tatilini fırsat bilerek fotoğraf ödevini çekmek için gelen iki öğrenci yakalanmıştı ki siz bu satırları okurken hâlâ dert anlatıyor olabilirler.
Lokantanın dekoru değişmedi. Garın girişindeki tavuk dönercilerin ve çevredeki sahte Ayvalık tostu imalatçılarının Haydarpaşa Garı'nın lojistik ihtiyacı karşılamadığı dönemde, yolcuların olduğu kadar dönemin bohem sanatçıların da uğrak yeri olan Gar Lokantası, neredeyse garın tarihine yakın zamandır değişmeyen dekoruyla hâlâ hizmet vermeye devam ediyor. Örneğin duvarlarında hâlâ çiniler ilk günkü parlaklıklarında mekâna renk katıyor. Bazılarının bu şehrin ilk, bazılarının da son ekmeğini yediği lokanta, hâlâ yolcu olsun olmasın belki de şehirde ilk içtiği içkinin tadını unutamayanlar tarafından gece gündüz dolu. Daha çok yolcuların tercih ettiği lokanta, her gar lokantası gibi ciddi bir müdavim kadrosuna sahip. Özellikle tren düdüğünü, yağ kokusunu unutamayanlar hâlâ burada. Pencere kenarında tayini çıkmış memur, girişteki küçük masada eve gitmeden içilen akşam rakısı, bütün "Ey İstanbul, sen mi büyüksün ben mi?'' diyenler burada.
Giriş-çıkış kapısı Haydarpaşa'ya Karaköy ve Eminönü tarafından gelen vapur yolcularının kullandığı ve Türk filmlerinden hatırladığımız deniz tarafındaki kapıda, sürekli bir hareket söz konusu. Trenle evine ya da işine gidecek olanlar trene koşarken, aynı saatte Doğu Ekspresi'nden inmiş, bir an önce "Neymiş bu İstanbul, görelim,'' diyen herkes, büyük ama sadece bir kanadı açık bırakıldığı için darlaşmış kapının etrafında telaş halindeler. Ancak kimsenin yüzünde yıllar önce Köyden İndim Şehre filminde Metin Akpınar'ın yüzündeki "Bura nere?" şaşkınlığı yok. Kapının çıkışında ne olduğunu bilen biliyor bilmeyen ise zaten televizyondan çoktan öğrenmiş.
"Fiyakalı gidelim memlekete!"Gar Lokantası'nın hemen yanında her zaman dolu koltuklarıyla gar berberi yer alıyor. Memleketine gidecekler, yüzünden şehrin izlerini son bir kez burada sildirmeye çalışıp biniyorlar trene. Limon çiçeği kokulu kolonya saçlara biraz jöle... Herkesin derdi tek; memlekete İstanbul'u fetetmiş gibi dönmek. İstanbul'a ilk adımını atanlarda fiyakalı görünmenin temiz bir yüz takınmanın derdinde; güzel kadın İstanbul, belki onu beğenir de bağrına basar, diye.
Haber: Sabah Gazetesi - Enis Umuler